“İRANDA TÜRK MİLLETİNİN HAKLI MÜCADELESİ YENİ BİR AŞAMAYA GİRMİŞTİR” RAHİM CAVADBEYLİ
İran Türk milliyetçi harekatının başarısı Türk – İslam karşıtı Avrupa Tarih Tezinin, bilimsel yollarla çürütülmesinden geçer. 1925’ten itibaren Iran
Pers-Pan Fars adı altında Aklen ve Fikren işgal edilmiştir. İran’ın gerçek bağımsızlığının yolu pan Farsizmin mahkum edilmesinden, uyduruk Pers tarih anlayışının çürütülmesinden, kendi gerçek tarihini kabullenmesinden ve gerçek Türk-İslam tarihini benimsemesinden geçer
.
Gözaltına alınmadan önce Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a takdim etmek maksadıyla yaklaşık bir yıl boyunca konunun uzmanlarıyla birlikte çalışmış olduğumuz “Türk-İslam Değerlerine Dayalı Alternatif Alperenlik Eğitim Sistemi” başlıklı bilimsel çalışmamızda da geniş biçimde değindiğimiz gibi, Hindistan Yarımadası halklarıyla Avrupalıların köken birlikteliğini iddia eden, İran’ı da “Ari-Aria” diye bu dairenin içerisine sokan ve 200 yıllık antropolojik, arkeolojik vb. bilimsel tarihî çalışmaların gerçek ve somut sonuçlarını görmezden gelerek, siyasi amaçlara hizmet eden bu yaklaşım, Avrupa Tarih Tezi’nin esasını oluşturmaktadır
.
Bu yaklaşım, “Eski Dünya” denilen Avrasya’daki Türk egemenliğinin ortadan kaldırılmasına, I. Dünya Savaşı sırasında müttefik kuvveler olarak bilinen İngiltere başta olmak üzere Fransa ve Rusya tarafından bu koca medeniyet merkezi olan doğunun yönetiminin ele geçirilmesine ve 20. yüzyılın başlarından itibaren Türk-İslam karşıtı Yeni Dünya Düzeni’nin kurulmasını amaçlamış profesyonel bir şekilde uydurulmuş bir yalan olduğu, bütün tarafsız bilim merkezlerinin çalışmalarından da anlaşılmaktadır
.
Bu durum, 2006 yılında (tarihe bakmak gerekebilir) Fransa Millî Akademisi’nin konuyla ilgili konferans bildirisinde de ispat edilir bir durumdadır. Kısacası “Hint-Avrupa Teorisi” koca bir yalan üzerinde kurulu olmuştur
.
Aslında bu “Hint-Avrupa Halkları Teorisi”, medenî dünyanın temel merkezinin Roma’ya, dolayısıyla Hıristiyan Avrupa’ya (Mesihiyyet düşüncesine) intikal ettirmeyi ve gerçek medeniyet beşiği olan doğunun ise medeniyet dışı göstermekle Türk-İslam medeniyetini saf dışı bırakmayı amaçlamıştır
.
İngiltere kraliyeti tarafından Hindistan Kalküta-Kelkete kendinde kurulmuş olan Doğu Enstitüsü’nce, 1780’li yıllarda yapılan konferansta, dilci olarak bilinen Ser Johns’un açıklamış olduğu bu Hint-Avrupa halklarının köken birlikteliği fikri, doğunun bin yıllarca oluşturmuş olduğu zengin medeniyet yapısını, devlet ve devletlerarası ilişkiler yapısını, özellikle de etnik ve etnikler arası ilişkiler yapısını alt üst ederek mahva sürüklenmesine sebep olmuştur
.
Bunun yanı sıra doğurmuş olduğu Aria’cılık gibi ırkçı faşistik fikirleriyle de on milyonlarca insanın yok edilmesine yol açmıştır
.
“İran’da Türk Egemenliğinin İnhilal Sebepleri” ve “Farsların Kökeni ve Kimliği” adlı çalışmalarımızda (bu iki çalışma, 2017. yılda yayınlanması için yayınevlerinden birine verilmesine rağmen, maalesef bazı nedenlerden dolayı yayınlanmamıştır.) genişçe değindiğimiz gibi İran, İslam öncesi münakaşalı tarih dışında son 1500 yılın tartışmasız tarihsel yapısına baktığımızda Hazar imparatorluğundan başlayarak Gacar İmparatorluğuna (“Gecer, Gacar” sözcüğü, etimolojik olarak “Hazar” sözcüğünden türemiştir. Aynı kökten olma ihtimali ağır basmaktadır.) kadar bir Türk ülkesi ve Türk devleti olmuştur
.
Bin yılı aşkın Türk-İslam bayraktarlığını yapan ülkelerden biri olan İran’ın, Türk karşıtı “Hint-Avrupa Halkları Teorisi” üzerinden Ari-Aria-Hint-Avrupa uydurmasıyla, köken Yahudi tarikatı olan ve 1300 yılı aşkın süredir İslam karşıtı mücadelede bulunan ve 10. yüzyıldan itibaren Katolik kilisesiyle ittifaka girerek, Türklere ve Araplara ve İslamiyet’e karşı kültürel yozlaştırmayı amaç edinen, Tarihi tahrifle uğraşan ve aynı istikamette “Şuubiyye” teşkilatını kuran “Farisiye” tarikatının çağdaş tezahür biçimlerinden biri olan Bahayilerin, Babilerin ve diğer bize belli olan grupların, müttefik kuvvelerin direk müdahalesi ve desteğiyle Türk karşıtı “Fars ve Pers” adlandırılmasına ve yapılandırılmasına gidilmiştir. 19. yüzyıl ile 20
.
yüzyılın başlarında bu Türk-İslam karşıtı menfur cereyanın en önemli simalarından olarak Manekci Haterya, Şapur Reporter, Erdeşir Ci ve Muhammet Ali Furugi gibi onlarca şahsın adlarını sayabiliriz
.
Hint-Avrupa Halkları Teorisi ve Aria ırkı gibi bilimsel dayanağı olmayan, antropolojik, arkeolojik ve hatta tipolojik çalışmaların bilimsel sonuçlarına ters bir biçimde tamamıyla siyasi amaçlarla ileri sürülen bu tezler, doğu medeniyetlerini ve Türk-İslam egemenliğini yenilgiye, iflasa ve inhilale uğratmıştır
.
Ne yazık ilginçtir ki tarafsız ve bağımsız beşerî bilim adamlarının büyük çoğunluğunun bilimsel çalışmalarının sonuçlarına göre, 18. yüzyılın sonlarından itibaren ileri sürülen Hint-Avrupa halklarının köken birlikteliği fikrinin hiç bir ilmî esasının olmadığı yönünde olmasına rağmen, dünyadaki ulusal ve uluslararası eğitim sistemleri başta olmak üzere bütün resmî ve hukukî merkezler, bu bilimsel sonuçları hiçe sayarak İran’ı Hint-Avrupa halkları arasında esas unsurlarından biri olarak göstermekte ve Pers olarak karakterize edilmesine kesin bir dille ısrar etmektedirler
.
Tabi bu da İran’ın son yüzyıldaki modern Ulus-Devlet dönemindeki Türk karşıtı devlet siyasetinden kaynaklanmaktadır
.
“Kürtlerin Kökeni” ve “Farsların Kökeni ve Kimliği” adlı çalışmalarımızda da geniş bir biçimde değindiğimiz İran’ın gayri Türk unsurlarının kesin olarak çoğunluğu Gazneli, özellikle de Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminden itibaren Haçlı savaşları sırasında Kuzey Hindistan’dan günümüz İran, Irak ve kısmen Suriye bölgelerine sevk edildikleri bilinmektedir
.
Hindistan yarımadası, İslamiyet’i kabul etmiş insani kaynak olarak Türk ve Müslüman imparatorlukları tarafından büyük önem arz etmiştir. Bunun için bu süreç ve sevk etmeler, Büyük Avşar İmparatorluğu dönemine kadar devam etmiştir
.
Bilindiği üzere Kuzey Hindistan’dan sevk edilen ve Kürt olarak tanımlanan Kırmanci, Gurani, Surani vb. gibi halk ve aşiretler; Lor, Lar, Lek, Gilek aşiret ve toplulukları; Afganistan ve Tacikistan’dan sevk edildikleri bilinen Tat, Tacik (Tatcık), Talış; Arap ve Beluç gibi halklar, yöresel ve bölgesel unsurlar olarak ülkenin her bölgesinde varlığını hissettiren ülke ve devlet için esas unsuru oluşturan Türklerle beraber asırlarca yaşayan kardeş halklardır
.
Bu Hindistan’dan sevk edildikleri bilinen ve bilimsel çalışmalarla özellikle tipolojik incelemelerle kolaylıkla ispat edilebilen halk ve aşiretlerinin adına hiç bir ilmi esası olmayan Hint-Avrupa Teorisi üzerinden uydurulan 2500 yıllık süslü-püslü Pers tarihi yalanının, bundan gayrı ileriye götürülmesinin artık mümkün olmadığı anlaşılır anlaşılmaz, hemen bölgenin henüz netleşmeyen, büyük olasılıkla eski Türk medeniyeti olduğu fikri üzerinde durulduğu yerel uygarlığın, benimsenmesine soyunulmuştur. Bu tür iddialar, bölgeye herhangi bir olumlu etki vaat etmez
.
Kaydedilen halk ve aşiretlerin ileri gelen temsilcileri, bu tür iddialara yol vermeksizin bu tarihi konuların aydınlaşmasını yerel tarihçilerin gerçek bilimsel çalışmalarının sonuçlarına bırakmalılar
.
Bir de unutulmamalıdır ki, “eski bir halkın, herhangi eski olmayan bir halk üzerinde daha fazla hakka sahip olmalıdır” diye bir ilke yoktur. Bölgedeki bütün halkların kardeşçe barış içinde yaşamayı başarmaları, ilerlemenin ve refahın en önemli şartıdır