Bizim burada değindiğimiz konular, herhangi bir halka üstünlük kazandırmak için değil, tam tersine bölgemizi ve özellikle de ülkemizi uçuruma götüren Avrupa Tarih Tezi’nin uydurma Hint-Avrupa halkları ve Aria gibi faşistik düşüncelerin hiç bir ilmi esasının olmadığını ve İran’daki yöresel ve bölgesel halk ve aşiretler için herhangi bir hoş ve mutlu geleceği vaat etmediğini belirtmek içindir
.
Tarih bütün gerçekleriyle ortaya konulmalıdır. Gerçek ne olursa olsun halkların birliğine ve birlikteliğine halel getirilmemelidir
.
Kaydedilen bu aşiret ve halkların Kuzey Hint kökenli olduklarına ve çeşitli zaman dilimlerinde oradan sevk edildiklerine dair ortaya koyduğumuz fikir bilinen, ama belli nedenlerden dolayı söylenmemiş bir tarihi gerçektir. Bunun onlarca açık ispatlarından biri tipolojik veriler olabilir
.
Diğer bir kanıt da 19. yüzyıl boyunca hatta 20. yüzyılın başlarında bile bu halk ve aşiretlerin etnikçi fikri benimsemiş ileri gelenlerinin Hint yöresel giysileriyle poz vermeleri ve özlerine dönüş gibi karakterize ettikleri bu hareketlerine dair yüzlerce fotoğrafların hâlâ arşivlerde bulunmasıdır
.
Bizim burada İran’daki halk ve aşiretlerin nerden ve ne zaman ülkemize sevk edildikleri gerçeğini gündeme getirmemiz kimseyi rahatsız etmemelidir. Çünkü tarihi bir gerçektir
.
Nasıl ki Türklerin Eski Dünya’nın, Avrasya’nın, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine ve tersine bin yıllarca gidiş gelişte olan, yurtlar, şehirler kurup yerleşik hayata geçen veya konar-göçer halinde yaşadıkları bilinir bir gerçektir
.
Şimdi burada İran’ı Fars-Pers olarak karakterize etmekte ısrar eden, sisteme ve bu mesnetsiz bilimsel verilere ters düşen iddiaları eleştiren akademisyenlere yönelik en sert cezaların uygulanmasını talep eden Cevat Tabatabai gibi sözde teorisyenlere soruyorum
:
“Ülkemizin yöresel ve bölgesel unsurlarını oluşturan Lor, Lar, Lek, Gilek, Kırmanci, kurani, Surani, Tat, Tacik (Tatcık), Talış, Beluç ve Arap halkları ile ülkenin büsbütün bölgelerinde varlığını hissettiren, ülkenin esas unsuru olan Türkleri göz önünde bulundurduğumuzda, bu soyu sopu belli olmayan, 19. yüzyıl öncesi tarihimizde hiç bir inanılası, objektif ve yazılı izine rastlamadığımız Hint Avrupa menşeli (!) Fars-Pers milleti veya başka bir ifadeyle Fars-Aria kimliği nerden çıkabiliyor
?”
“İran’ı asıl Türk-İslam kimliğinden mahrum eden, halkı kimliksizleştiren, gerçek kimliğinden yoksun bırakan, ülkeyi yüz yıldan sonra yıkıcı kimlik krizi ve ahlakî kriz ile yüz yüze bırakan Fars-Pers milliyetçiliği (milletten yoksun milliyetçilik) doğu medeniyetlerine, İslamiyet’e, Türklüğe en büyük darbe olmamış mıdır? Bu uyduruk Fars-Pers kimliği hangi kuvvetler için yararlı olmuştur
?”
İran, bir ülke ve devlet olarak, toplumu yokluğa, hiçliğe, kültürel yozlaşmaya, maddî köleliğe, ahlaksızlığın ahlak haline getirilmesine ve büsbütün kimliksizliğe ve de geriliğe götüren bu soyu sopu belli olmayan Aria-Fars-Pers gibi hiç bir tarihi ve ilmî esası olmayan iddialara dayanan yıkıcı kimliksizlikle yaşayamaz ve var olamaz
.
İran, bir bütün olarak var olmak ve tarihi misyonunu (görevini) yerine getirmek istiyorsa, mutlaka oryantalistlerin ve yerli uşaklarının uydurma kimliğinden büsbütün kurtulmalı ve gerçek tarihî kimliğini yani Türk-İslam kimliğini benimsemesi gerekmektedir
.
İran’da Pehlevilerden itibaren bütün yöresel ve bölgesel halklar, özellikle de bölgenin ve devletin vazgeçilmez esas unsuru olan Türkler, kültürel soykırım siyasetine tabi tutulmuşlar. Türklerin belirsiz Fars-Pers kimliğini benimsemeleri için her türlü gayri insanî yollara başvurulmuştur
.
Türkler, Türkçe konuştukları için Kirman’da, Şiraz’da, İsfahan’da, Güneybatı ve diğer eyalet ve ilçelerinde ahıra bağlanmış ve en ağır işkencelere maruz bırakılmıştır. Kısacası 1925 sonrası İran’ın merkezi, güney ve güneybatı bölgelerindeki Türklere yönelik uygulanan Türk karşıtı Farslaştırma siyaseti, kuzey bölgelere orantılı olarak daha ağır ve daha yok edici olmuştur
.
İran’ın iç ve güney bölgelerindeki Türklere, özellikle de yerleşik Türklere karşı dönemin en vahim ve ağır cinayetleri devlet tarafından işlenmiştir. Türk, ya ölmeli ya da en ağır şartlarda taşra bölgelerde etkisiz bir biçimde hayatını sona erdirmeli idi
.
Bu ağır ve soykırım denilebilecek cinayetlerden canını kurtarıp İran’ın kuzey bölgelerine O cümleden Azerbaycan’a göç eden Yezdli, Kirmanlı, Şirazlı vb. Türkler az olmamıştır. Çünkü İran, 1907 ve 1921 yıllarındaki taksim antlaşmalarıyla İngiltere ve Rusya arasında nüfuz bölgelerine bölünmüştür. Rusya’nın özellikle Sovyet dönemi Rusya’sının İran’daki Türk karşıtı siyaseti, İngiltere’nin takip ettiği Türk karşıtı siyasetinden daha farklı metotlar kullandığını görüyoruz
.
Bu da yöresel arazi üzerine milliyetçiliği, toplumun kimliğinden kaynaklanan milliyetçiliğe tercih etmesi idi. İran’ın kuzeydoğusunda Türklere, Türkmenlik, Türkmenistanlılık, Horasanlılık; kuzeybatısında ise Azerilik, Azerbaycanlılık kimliklerinin dayatılmasıydı. Bu iki arazi arasında ise “Gilek” sorununu doğurarak sorunlu ortamda kendi nüfuz bölgelerinin korunmasına ve devlet çıkarlarının teminatçısı gibi onları kullanmasına imkân sağlamıştır
.
İngiltere’nin Rusya’dan farklı olarak İran’da, Türklere yönelik bu Hint-Avrupalılık, yani uyduruk Pers kimliğine dayalı siyasetin uygulanmasında böyle bir metot seçmesi mümkün olmamıştır. Ancak İngiltere, nüfuz bölgesi olan güneydeki Türkler için ya İran-Pers kimliği kabullenmek ya da etkisiz hale getirilmek siyaseti uygulamıştır
.
Ruslar, bütün bunlardan farklı olarak 1925’den itibaren kendi nüfuz bölgesindeki Türklere yönelik uyguladığı kültürel siyasete göre Türkler için “Horasan Kimliği”, “Türkmenistan Kimliği” veya “Azerilik-Azerbaycanlılık Kimliği” tanımlamıştır
.
O dönem İran’ın kuzeyindeki Türkler için arazi üzerinden tanımlanmış olan Horasanlılık, Türkmenlilik, Türkmenistanlılık, Avşarlık, Şahsevenlik, Azerilik ve Azerbaycanlılık gibi kimlikler, vahim soykırım ve cinayetlerden yeni çıkmış ezilmiş Türk toplumu tarafından kabul etmek zorunluluğu doğmuştur. Türklerin en azından bir nefes almak, soluklanmak için bunu benimsediğini söyleyebiliriz
.
Tabi bu da siyasi anlamda Azerilik, Azerbaycanlılık, Azerbaycancılık, Horasanlılık, Türkmenlilik, Türkmenistanlılık ve benzeri yapay kimliklerinin, zaman aşamasında Türklüğün yerine alternatif olarak doğmasına sebep olmuştur
.
Şimdi soruyorum; “Şu an bizi Türk olduğumuz için nefes almaktan, soluklanmaktan alıkoyan bir kuvve mi var ki biz hâlâ İran’da Türklüğümüzü savunmaktan çekiniyoruz
?”
Yaşamak için, diri kalıp bizim gibi yeni bir nesli doğurmak için, yok olmamak için benimsenirmiş olan o yapay kimlik, tarihi görevini yapmıştır. Şimdi biz varız ve ağır darbeler olmamıza rağmen diriyiz! Yeni nesil olarak üzerimize düşen Türklüğü bütün İran’da savunmak ve yüceltmektir
.
Ve bu Kutsal davada kendi devletimiz olarak sevdiğimiz Büyük Türk devleti başta olmakla Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve diğer Türk Cumhuriyetlerini yanımızda ve arkamızda görmek istiyoruz
.
Çünkü bu strateji, İran Türkleri kadar bütün Türk devletlerini de yakından ilgilendirmelidir. İran Türklüğü yalnız bırakılmamalıdır. İran Türklüğü Avrupa Tarih tezinin kurbanı olmamalı ve buna izin verilmemelidir
.
Üçüncü Bölümün Sonu